Vakti geldi yeni bir şehrin bağrına taşınmanın. Bembeyaz bir temizlikle açmış kucağını beni bekliyordur şimdi. Kar başlamış yenilenmeye çalışacağım şehrimde. Sıcaklık yok. Hava çok soğuk. Sıkı giyinmeliyim. Verilmiş bir sözüm var, kendime dikkat etmeli, gitmeden evvel ne almam gerekiyorsa almalıyım. Geçen kışı çok zor şartlar altında atlatmıştım. Nereden nereye diyesim geliyor. Hayatta başına gelen şeylerin tuhaflığı sahiciliği, birçok açıdan da güzelliği sorgulanması gereken biriyim farkındayım. Farkında olmak lazım zaten. Tesadüflerle açıklanması imkansız yolculuklardayım. Bir zaman gelir,açılır kara bahtımın talihi, sevdiklerimin hasretini de dindiririm.
Ben en son ne zaman gerçeklikle alakamı koparmıştım biliyor musunuz? Hatırlamazsınız belki yazmamışımdır. Ama hiç unutmuyorum. Nasıl unutabilirim ki, sahiciliğine hiçbir halel gelmemiş, şeksiz şüphesiz bir visal filmiydi adeta. Soğuk bir kış gecesiydi, yine yalnız başımaydım, tek tabanca. Hava kurşundan ağır, dışarıda alabildiğine kar. Öyle bir hava düşünün ki havanın rengi bile beyaz. Var ile yok arasındasınız. Hayallerinizin resminden başka her şeyin rengi tek. Sadece beyaz. Öyle bir gecede bir rüya gördüm. Onun üzerine oturduğu çekyatın yanında kıvrıldığım, ellerinin saçlarımın arasında gezindiği, sonrasında avuç içini öptüğüm rüya. Kaydetmedim bir yere bu rüyayı ama her özlem sardığında hatırlıyorum. Kaydetsem belki her şey gibi sıradan olur herhalde. Zihnim sahip çıksın bu hatıraya.
Bana aynı duyguları yaşatıyor, her düşündüğümde bu şekliyle. İmkansızın rüyasını görmek diyorlar adına. Mümkünü yok diyorlar duyanlar. Bence bunu kimse bilemez. Kader kaleminin çizgilerine kim vakıf? Hiç kimse. Ya at bir gün ölür, ya da belki sahibi ölür de düzen bozulur. Kim bilir, yeni doğan günün ardından ne gelir.
Şimdi ey sevgili okur!
Küçük bir yolculuğa çıkalım seninle.
Ben misafirlik diyeyim, sen yolculuk de.
Bir kış gecesine gidelim.
Sen şimdi kapat gözlerini, durma kapat!
Sana rehber olayım ben.
Korkma hiçbir şeyden, yanındayım duyabilirsen!
Nefesini tuttuğunda göreceksin, hissedeceksin, ordayım ben.
Cesaretini topla bi koşu gidip gelelim.
Hiç kimsenin olmadığı, bir dağ evine doğru kanatlanalım,
Yalnızlıkların kuytusunda duruncaya kadar yol alalım.
Az sonra vardığımızda aç kollarını iki yana öylece dur.
Sessizliği dinle. Bekle!
Birkaç saniye dur öyle.
Çok değil, fazla bekleme.
Hasretin seni sardığı o ince çizgiye gelene kadar yani.
Sonra yavaş yavaş, en sevecen, en samimi en yumuşak yanınla
Durma, “KENDİNE SARIL” !
Uzun bir yoldan geriye dönen adam gibi.
Neler bıraktıysa geride, aynen bulmak isteyen birinin ümidine sarıldığı gibi.
Tenhalarda buluşan iki canın vuslatı gibi.
Mem ile Zin gibi, Emrah’la Selvi gibi,
Leyla gibi, Kays gibi, Siyabend ve Xece gibi.
Aşk gibi, toprağın bağrındaki çiçek gibi.
Sarıl kendine!
Memleket hasretini dindir, anne özlemini yatıştır.
Kalbe dokunur gibi dokun cana.
Kendi tasından vuslat yudumla kana kana.
Uçur kalbinde ki, ağzında bir zeytin dalı taşıyan beyaz güvercini.
Sonra aç bir şarkı dinle ikimizin yerine.
Başka bir gün başka bir yerde,
Kendinle görüşmek, gülüşmek üzere,
Kendine zaman ver.