Belçika’nın “GHENT” Şehrinde Günübirlik Gezim.

Belçika’yla denildiğinde ilk akla gelen başkent Brüksel’dir. Brüksel, kimi zaman uluslara arası zirvelerin yapıldığı, politik camiada ismi çokça anılan bir şehir olduğundan dolayı daha bilindik olarak karşımıza çıkar . Ghent şehrinin ise adı pek anılmaz. Ama biraz tarihi şehirlere ilginiz varsa, bu anlamda Avrupa’nın sayılı güzel yerlerinden birisi olduğunu söyleyebilirim. Balkanlara yapmış olduğum ilk ziyaret olan Bosna Hersek’te dolaşırken böylesi hislere kapıldığımı hatırlıyorum, ancak Ghent şehrinin özellikle merkezi kısmını gezdikten sonra, tüm hayranlığım bu şehre yöneldi adeta. Tarihi ve görsel anlamda size müthiş bir göz banyosu yaptırıyor Ghent.

Şehrin yapısı o kadar mükemmel ki, her ne yapılmışsa, tarihi dokuya hiç dokunulmadan, ona zarar vermeden yapılmış. 13. Yüzyılın sonlarında Avrupa’nın en büyük kumaş üreticisi olan şehir, 16 yüzyıl da Avrupanın en zengin şehirlerinden biri olmuş. O yıllarda, yoğun bir şekilde tekstil işi yapılan şehirde, hammadde ve ürünlerin nakliyesini daha kolay sağlamak adına, şehrin içerisine su kanalları açılmış. Taşımacılık işleri de, bu kanalların içinden kayıklarla geçilerek limana ulaşmak suretiyle yapılmış. Daha sonra bu kanallara yenileri eklenmiş ve şehrin merkezinde kanalları kullanarak gezmek inanılmaz rahat hale gelmiş. Şimdilerde şehirde tekstil işi daha nitelikli hale geldiğinden ötürü kanallar sadece turistlerin gezileri için kullanılmakta. Formula yarışları için kıyafet dikimleri, Çelik yelek, NASA için astronot elbiseleri vs. hep bu şehirde yapılıyormuş. Ghentliler,daima üretmişler ve hala da üretmeye devam ediyorlarmış.

Ulaşımda bisiklet kullanımının inanılmaz bir yeri var. Büyük küçük herkesin bisikleti var. Ticari anlamda bisiklet alışverişinin de ciddi şekilde yapıldığından bahsediliyor. Merkezdeki su kanallarında yapılan temizlik çalışmalarında, her yıl yaklaşık 5.000 tane bisikletin sudan çıkarıldığını söylersem işin boyutunu anlatmama gerek kalmaz. Ayrıca Ghent şehri, emisyon konusunda pilot bölge olarak seçilmiş.

“Gravensteen” Kontlar Kalesi’nini,  Suriye’ye düzenlenen haçlı seferleri sırasında, Suriye’de bulunan bir kalenin planlarından esinlenerek demeyeyim, tıpkısı buraya yapmışlar. Ancak daha sonra Suriye’de ki kale yıkılınca örnek olarak sadece bu kale kalmış. Kalenin içindeki yapılardan birinin çatı mimarisinin farklı olduğunu gören komşu konakların sahipleri, “Bey Bey! Senin afilli çatın var da bizim yok mu sanki!” diyerek, kendi binalarının çatılarını da aynı şekilde yapmışlar.

Kalenin için de bir oda var ki asıl meşhur yer orası. Dehşet odası denilen bu oda da, orta çağ döneminden kalma işkence aletleri sergileniyor. Bahsedildiğine göre o sıralar işkence bile ,kendi çapında hukuki bir çerçeveye oturtulmuş. Eğer kişi yargılama sonucunda suçlu bulunduysa ve ona işkence cezası uygulanmasına karar verildiyse, bu cezanın infaz edilmesi konusunda tüm kurallar ceza hâkimi tarafından belirleniyormuş. Adli kolluk görevlilerine, kendi kafasına göre işkence yapma hakkı tanımamışlar. Şimdilerde ise, o dönem yapılan ve hukuki olduğundan bahsedilen şeylerin ne derece ahlaki olduğu tartışılıyor. Söz konusu fiillerin,insanın vücut dokunulmazlığı, şeref onur ve haysiyetinin korunması kriterleri açısından eleştirisi yapılıyor vs.

Yılda iki milyondan fazla turist çeken bu küçük şehirde gezmeye ve tarihi mekanlara doyamazsınız. Ben şahsen çok beğendim. Günü birlik bir gezi için dahi olsa, Avrupa’da mutlaka gidilmesi gereken şehirlerden bir tanesi.

Gezmeyi seven birileri ile giderseniz daha keyifli olur.

İzlemeniz için de kısa bir video yaptım. Umarım beğenirsiniz.

Sağlıcakla Kalın…