Bazen yazmak istiyorsunuz ancak eliniz gitmiyor bir türlü. Zor günler, zor zamanlar. Hassas bir insansanız hele, düşen bir yaprak tanesi bile sizi incitiyorsa, bunca kötülüğün içinde yaşamak gerçekten işkenceye dönüşüyor.
Bugün aklıma şöyle birşey geldi. Acaba geçmiş zamanın dervişleri de böyle bıkkınlıkla mı başladılar dervişliğe. Sonra bu isyanlarını her şeyi boş vermekle mi taçlandırdılar. “Bu kabağın da bir sahibi var” diyen derviş mesela?
Şimdi örneğin şurada zamane dervişleri olan bir evsiz gibi kendimi salsam, acaba diğer düşkünleri artık düşünmek zorunda kalmam değil mi?
Dayak yiyen biri olsam, koca bir adamın tokatla yere serdiği çocuğu düşünmek zorunda kalmam.
Kirimden, pasımdan dolayı dışlanan horlanan biri olsam, ayrımcılığa maruz kaldığı için intihar eden bir mülteci çocuğu düşünmek zorunda kalmam.
Günlerce aç kalsam mesela, çocuklarıyla birlikte aç kaldığı için canına kıyan bir anneyi düşünmem.
Bir bağımlı tarafından saldırıya uğrasam, boğazım boynum kesilse, eşi tarafından öldürülen bir kadının dramını hatırlamam değil mi? Yada anlamsız bir kavganın ortasında halklar savaşırken Asya’da,Afrika’da,Ortadoğu’da,Güney Amerika’da…
Yokluk denizine dalsam yahut var olmanın dayanılmaz ağırlığından kurtulup.
O zaman işte bir çıkmaz sokağın başında buluyorum kendimi ki,beni sevenler geliyor aklıma.
O gün insan “keşke toprak olsaydım” diyecek, ben bugünden diyorum. Dünyanın ihtiyacı olandan bende kalmadı artık. Upuzun şu tünelin sonunda görmem gereken tek şey “umut” yok.
Bir insanın ölümü, bütün insanlığın ölümüdür.Ve galiba ben artık öldüm. Siz de öldünüz. Öldürüldük.Kalanlarımız da öldürülüyor.