Çırpınış…

Perçemine beyaz güller taktığım kamer suret;

Yapacak tek bir şeyim yok. Sadece elimden gelen şiir yazmak. Bir de sana yollanmamış mektuplar.  Belki bunlar kalacak elimde her şey süt liman olduğunda, belki de çürüyüp gidecek benimle birlikte bir buçuk metrelik toprak altında. Yada bir gün merhamet edip birileri, seni bulacak ve sana yollayacak bu satırları vuslat olmasa bu aşkın sonunda.

Yoruldum da diyemem, yorulmadım da. Bezginlik, nefret, hüzün, acı kokuyor mısralarım. Sana yazılan satırlarda olmaması gereken kelimeler. Aramıza giriyor sanki bu aşkın iradesini iflas ettiren duygular. Düşünmemeli, hissetmemeli, kafamdan kovmalıyım bu fikirleri, fakat elimin ulaşacağı yerde değiller. Söküp atmak imkânsız. Ulaşılması imkânsız yerde duruyorlar.

Bilincimi kaybetsem diyorum bazen. Kavgamın sebebi bilincim. Dilimi konuşturan, beni coşkun bir ırmak gibi sağa sola çarpan o bilinç. Yüzlerce kitap arasından, binlerce insan arasından, on binlerce tecrübe arasından süzüp damıttığım o şeylerle oluşan bilinç. Yeniden başlaması inşa etmesi de imkansız. Sonra sen beni bu bilinçle sevmişken ondan şikâyet de manasız.

Offf! Nasıl bir çıkmaz sokak burası. Kafasını bir pencereden uzatıp bir ses verende yok. Korkaklar tünemiş bu sokağa. Cesur haykırışların, çılgın nidaların koptuğu yerde bir yürek ortaya koyamayanların sokağı. Menfaatperest, düşüde düşünceside, rüyaları ve hayalleri de çalınmışların sokağı.

Karanfil dermek isterdim sana kelimelerimle. Yeniden bir hayat tasviri. Her satırım seni özlerken, tüm hücreler sana tutkunken konuşamamak. Yapamadım, yapamıyorum dilim lal.