Müzik: Souad Massi – Le Bien et le Mal
Yazıp yazıp sildiklerim ile kimini kaydettiğim taslak halinde olan yazılarımı yayınlamayalı neredeyse iki ay oldu. Birçok taslak var şuan ancak hepsinde bir şeyler eksik. Bunun birçok nedeni var. En önemli neden, bir süredir yaşadığım bunalımlı dönemi kaldıramayacak hale gelmem. Burada yazmaya başladığım yaklaşık üç yıllık süre zarfında ara verdiği her dönemde olan şey işte. Daha yeni yeni toparlamaya başladığımı söyleyebilirim.
Birine demiştim ki” Ruh dediğin şey gözlük camına benzer, eğer gözlük camları üzerindeki kırık kırık minik çizikler oluşmaya başlamışsa ve bu çizikler çok fazlaysa hem görmeni engeller hem de zamanla sende baş ağrısı yapar. Çiziklerin büyük olması değil fazla olmasıdır belki de sorun” Gözlük kullandıkça, onun ne denli önemli bir aksesuar olduğunu anlıyorsunuz. Aslında aksesuar eksik bir tabir. Çünkü, zamanla sizin bir parçanız oluyor.Aramızdan “O zaman sende lens kullan” diyenler çıkabilir. Öneri için teşekkür ederim ama şimdilik memnunum ben gözlük kullanmaktan. Vizontele filminde ki Çıkıkçı Şaban’ı hatırlarsınız. Belediye başkanının torunu damdan düşünce çağırdıkları çıkıkçı . Onunla Belediye başkanı arasında geçen kısa bir diyalog vardı hani.
-Gözlükler de şahaneymiş ha! Şaban,
– Sağolun reis bey, babamındı, şimdi ben takıyorum
– Sonra da çocuklar takacak ?
– İnşallah…
Bizde birkaç nesildir gözlük kullanıyoruz. Gözlüğün inceliklerine vakıfız yani. Örneğin hangi çerçeveli gözlükler daha ergonomiktir, gözlüğün camlarını nasıl daha temiz tutarız, nereye koyarsak daha güvenli olur gibi. Hatta araba bakarken hangi model arabada gözlük koyacak yer var ona bile bakıyorum.(Hyundai’nin Toyotadan daha iyi olduğu tek nokta bu. Gözlük koyacak yer var) Şimdi lens işlerine felan girip icat çıkarmayayım. Yok solüsyonu bitti, yok temizleyemedim. Ya siz ne diyorsunuz,benim, solüsyonunu evde unuttuğu için, tükürüğüyle sterilize ettikten sonra lenslerini kullanan tanıdığım var. Amaan! Hiç gelemem. O tükürük olayı kontak lenste bakış açımı değiştiren çok mühim bir hadisedir. Trajedi mi desem, komedi mi? Bilemedim. Trajikomik diyelim de, literatürde ki karşılığına denk gelir belki.
Bana bakan diğer yönüne örnek verecek olursam, ekstra şunu anlatabilirim. Evden çıkarken kesinlikle unutmamam gereken şeylerin isimlerinin baş harfini “GTAC” olarak kodladığım bir malzeme listem var. Kapıdan çıkmadan önce kendi kendime bu kelimeyi söyler ve bu malzemelerin üzerimde olup olmadığını mutlaka kontrol ederim.
G:Gözlük
T:Telefon
K:Kontak (arabanın kontak anahtar ile evimin anahtarının da içinde olduğu anahtar tomarı)
C: Cüzdan
Şimdi kendimce kodladığım bu sisteme bir de ayna, protein tableti, solüsyon, lens kutusu vs. A+P+S harflerini de ekleyince kelimeyi unuturum. Doğrusu üşeniyorum da zaten. Sırf gözlük kullanmayayım diye bu kadar zahmeti çekemem.
Nerden geldim buraya? Çıkıkçı Şaban, gözlük, tükürük. Töbe töbe ne alakası var şimdi?!
Heh, neden yazamıyorum ona gelecektim. Son zamanlarda, içinden çıkılamayacak birkaç üzücü hadise yaşadım. Psikolojim bozuldu biraz. Bunun yanında, sabır gerektiren ve bir türlü ilerlemek bilmeyen bir takım yasal prosedürler ile riskli birkaç durum ortaya çıktı. Hepsi üst üste gelince, bir ara yaşayıp atlattığım rahatsızlığım yeniden nüksetti. Yazmak istememem de işte bu stresin ciddi oranda etkisi oldu. Sonra oturup biraz düşündüm. Bu sorunlarla baş edebilmek için birkaç alternatifim olduğu kanısına vardım. Birincisi; Yüzleşmek. İkincisi; bir psikoloğa yada psikiyatriste görünüp terapi görmek gerekirse ilaç kullanmak. Üçüncüsü ise , oturup hiçbir şey yapmadan kaderin sürükleyeceği yere, herhangi bir efektif etki de bulunmadan, götürülmeyi beklemek. Ben ilk ikisini yapmadım.
Bir zamanlar Dr. Abraham Twerski’nin bir videosunu izlemiştim. O geldi aklıma ve tekrar izledim. Videoda, stres ve stresi nasıl algılamamız gerektiği konusunda ,ıstakozların büyümesi, gelişmesi ile alakalı bir örnekten yola çıkarak, stresi, büyümek ve kendimizi geliştirmek için nasıl kullanabileceğimiz konusunda yol gösteriyordu. Yumuşak bir yapıda olan ıstakozların, büyüdükçe vücutlarında oluşan eski kabuğun kendilerini sıktığından ve bunun sürekli stres meydana getirdiğinden, her defasında bu sıkıntıyı atabilmek için duyduğu rahatsızlıktan ve bir süre sonra da, bu kabuğu zorlayarak attığından bahsediyordu. Konuşmasının bir yerinde “ Eğer ıstakozların doktorları olsaydı, kendisini rahatsız hissettiği zaman doktora giderdi, doktor ona antidepresanlar verirdi ve o da kendisini iyi hissederdi, o zaman büyüyüp gelişemez eski kabuğunu atamazdı” diyordu.
Peki ben bu durumda ne yapabilirdim? Asıl soru buydu. Buna çözüm aradım kendimce. Bulduğum çözümlerle de, kendi kendimi iyileştirme yoluna gittim. Önce sorunlarımla yüzleşmeyi seçtim. Bunu yapmak tamamen iyileştirmese de biraz biraz toparlamama yardımcı oldu. Ardından, yıllardır karşı karşıya kaldığım diğer sorunlarla yüzleşme yoluna gittim. Eksik bıraktığım şeyleri tamamlamak gibi. Deyim yerindeyse, yutamadığın büyük lokmaları, parçalara bölerek yutmak gibi, sorunları da parça parça çözmeye çalıştım. Kimi zamanda herhangi bir değer ve kıymeti olmadığı halde, sürekli sorun çıkaran bazı şeyleri tamamen hayatımdan çıkardım.
Sonra günün birinde bir psikologla sıradan bir insan arasında geçen şu diyalog geldi aklıma;
-Sen benim doktorumsun
-Hayır ben doktor değilim psikoloğum
-Tamam işte bende onu diyorum
-Ya ne alakası var, doktor olan psikiyatrist
-İyi ya işte ikinizde insan iyileştiriyorsunuz.
-Yahu ben ilaç yazamıyorum ki
-Olsun ilaç yazmasan ne çıkar, sorunu tespit edip tavsiyelerinle, sözlerinle, yönlendirmelerinle tedavi ediyorsun ya.Tedavi olduktan sonra ha ilaç, ha söz. Ne diyordu Hazreti İsa “ İnsan yalnız ekmek yemekle doymaz, hakikatli bir sözde gıdadır.” Tamamen duruma uymasa bile , hiç mi hakikat payı yok canım!
Hani derler ya “iyi usta parça arttırır”. Aynen öyle. Kendi hayatımın ustası bensem, bunu benden daha iyi düzenleyip düzeltecek kimse de olamazdı değil mi? Eminim sizde öyle düşünüyorsunuzdur.
Her insanın, kendisinin daha iyi bildiği, bir takım özellikleri vardır. Benim özelliğim; görsel öğeler arasında çağrışım yaparak (karikatür, caps, filmler, konuşmalar vs.)konuşma esnasında sayısız örnek verebilmek,bu örnekleri verirken biraz da ara geçişler yapmak suretiyle sohbeti manipüle edebilmektir.Böyle örnekler vererek muhatabımı uzun bir müddet güldürebilir, üzebilir, yada düşündürüp ikna etmeye çalışabilirim.Büyük oranda da başarılı olduğum söylenebilir. Yani şu; karikatürler,capsler fıkralar yada filmler arasında ortak şeyler bulma konusunda, beynim acayip hızlı çalışıyor. Rehberlik uzmanı arkadaşlarımdan biri, bunun dâhilere özgü bir özellik olduğundan bahsetmişti, ama ben ona katılmadığımı söyledim. Israrla yazmaya devam etmem gerektiğini söyledi. Tavsiyesi ise şu oldu, “ Bu özelliğini senaryo ya da hikaye yazmak için kullanmalısın.” Daha önce uzun bir süre roman denemesi yaptığımı, fakat motivasyon kaynaklarımı tümden yitirdiğimi söylediğimde ise daha kısa şeyler yazmamı tavsiye etti.
Zor oldu buna kara vermek. Benim için, kovulduğun baba evine dönmek gibiydi yeniden yazmaya başlamak.Ne yazacaktım ki? Söylenmemiş olan başka ne söyleyebilirdim? “Ne anlatabilirim?” diye düşünürken, anladım ki birçok şey var yazılmayı bekleyen.
Gözyaşları içinde yurdundan ayrılan birinin,sınırda bir dereden geçtikten sonra, aynı zamanda sadece bir kara parçasından değil, vatandaşlıktan da mülteciliğe geçtiğini, onun ne hissettiğini anlatmak için kelimelerin nasılda hüzünle sıraya dizildiğini görmek… Bir nezarethane köşesinde için için yada hıçkıra hıçkıra,sessiz sessiz hülasa herbir şekilde ağlayarak harflere dokunmak. Zoru başarmak için yollar düşmek gibiydi, yeşilçam kadrolarında yaşayan bir fakir oğlan olmak. Lavanta kokan bir sokakta kiminin acıyarak , kiminin ise şüpheyle yaklaştığı bir çiçekçi kadın olmak ve o kadının kalbine dokunmak. Kardeş katline kurban giderek geride iki çocuk, bir bebek ve dul bir genç kadın bırakmak…Zordu yazmak, zor da olacak.
Geçen iki ayın özeti buydu. Birçok hikaye birikti. Yaklaşık 15- 20 tane hayatın içinden geliştirilmeye hazır taslak var. Geliştirebilmek için düzenli olarak okuma yapmam gerekiyor. Kim bilir belki bir gün karşınıza bir kitapla çıkar ve bu sayfanın ilk takipçilerine de hediye etme imkanını elde ederim. Olur mu? İhtimal var. Biraz sabır biraz da istikrar lazım. Şimdilik bu kadar.Daha sonra hasbihale devam ederiz.
Sevgiyle kalın.