Eylül Kaldığı Yerden (eski bir yazı)

20171027_130048585920240.jpg

Eylül ayında kalmıştık değil mi sevgili okur

Karamsarlık akıyor her kelimeden, her satırdan her paragraftan. Ümitsizlik ve bedbinlik böyle bir şey işte. Koy veriyorsun kendini bir rüzgârın önüne, o rüzgarda seni dalından düşmüş bir yaprak gibi öylece alıp götürüyor. Daldan düşen yaprağın hali yine iyi. Onun ait olduğu yeri belli. Hangi ağacın yaprağı olduğunu, illa ki biri bilir. Yeter ki o yapraktan bir tek parça olsun.

Oysa ben öyle miyim ki ? Maalesef. Ben artık kimliğimi unuttum. Kimim ben? Neredeyim? Kimin leyim? Kimim, kimsem nerede? Dallarının her biri bir yerde. Hani bir bahar gelecekti beklediğim. Belki de daha da ötede.

Gençliğinde yaşamak istiyor insan güzel şeyleri. Yaşlanınca felekten zevk almıyorsun. İnan sevgili okur yediğim hiçbir şeyin ama hiçbir şeyin tadı yok. Beynim de sanki tat alma duyusunun yerinde yeller esiyor. Çok mu abartıyorum. Keşke öyle olsa.

Dün yağmur vardı şehirde. Yüzümü semaya dönüp öylece kaldım dakikalarca. Yüzümü yıkasın, ruhumu arındırsın yağmur diye. Bir parça huzurun ne kadar önemli olduğunu anladığımda vakit epey geçmişti. Yok, huzur yok.

Eylül ayı bu işte. Bu hislerin üzerime üzerime hücumlarını arttırdığı sonbahar. Yani son bahar ayı. Başka bir bahar yok. Ardı kış. Ardı kıran. Ardı kocakarı soğukları.

Ümitsizlik satırlarda da, bende ümitsizlik var mı? bir görsen derim. Türkünün dili yok ki.

Sevgili okur;

Kafanı karıştırmaya geldim. Benimde kafam karışık çünkü. Anlam bütünlüğü arama paragraflarda olur mu? Önüne bir demet çiçek koyup gitmek istiyorum. Çok az yapmışımdır o yüzden pek tecrübeli değilim mazur gör.

Hani bahsetmiştim daha önce. Ben öyle çiçeklerin renklerinin ne anlama geldiğini bilmem. İsimlerini de nereden aldıklarına dair pek bilgimin olduğu söylenemez. Fakat, senin önüne koyduğum o bir demet çiçek içinde, her şeyin tek anlamı var. Sarının, kırmızının, pembenin, beyazın. O anlamı fark etmek sana kalmış. Tek tek bakmak çelişkileri ortaya çıkarır. O yüzden sen bütüne bak. Bütüncül bir bakışla seyret yani. Bunların hepsi senin için. Sen mutlu ol diye.

Öyle sitemkar sitemkar bakma bana. Çok şey birikti. Biriken onca yazı, şiir, hep bir bekleyiş içinde. Hatta sırtımda yük. Ne zaman miadlarını doldurup gün yüzüne çıkacaklar kim bilir. Bu da olur mu? Bilinmez. Onları severek okuyanların gönüllerini hoş tutacak olmasıdır, bu göçmen yazarın içine ferahlık veren duygu. Sır mı olsun yoksa? Emin olmamakla birlikte,hislerim sana ulaşmasını istiyor sanki.

Bak yine ellerim titriyor. Göz bebeklerim de mi buğulanıyor. Aynaya bakmaya korkuyorum. Sakallarımda ki aklardan da artık utanıyorum. Bu akların mayasında, sadece sevdiklerini bırakmış olmanın pişmanlığı,özlemi,hasreti var.

Sahi, sen hiç panik atak belirtisi yaşadın mı, yada hiç aşık oldun mu sevgili okuyucu? Olur mu deme, ilk belirtiler neredeyse aynı. Fark ettiğin anda, ilkin göğüs kafesinden çıkmak üzere bir güvercin var sanırsın, öyle bir zorlamayla karşılaşırsın yani. Nefesin daralır gibi olur. Böyle nasıl desem? Heyecan dalgası gibi bir şey. Tabir yerindeyse, tıpkı adrenalin yüklü sporların verdiği hislere benziyor. Bunun üzerine söylenecek olsa söyleyecek çok şey varda, vakit yok. Başka yazarları bilmem fakat ben ne zaman yazsam bu duygu ile yazıyorum. Elime kâğıt aldığımda hele ki. Çünkü senin yaşadığını yaşıyorum. Seni yaşıyorum. Delirmek üzereyken birdenbire sana açılıyor tüm tarifler. Kelimeler bir aşık coğrafyasının tabi yeryüzü şekilleri adeta.Hatta sana sunulan bir çiçek, boynunu bükmüş ters bir lale, beyaz bir zambak, hiç değilse tek yapraklı bir papatya gibi. Yazdıklarım bu hüzün coğrafyasından besleniyor diye mi bu kadar yakıcı? Kim bilir. Ben bilmiyorum. Belki sürekli göz bebeklerime konan yüzdedir hikayesi. Yada,ne bileyim, belki de müziktendir.

O yüzü görüyor musun? Ya müzik, duyuyor musun yoksa kulak kesilince? Sanmıyorum. Görmüyor, duymuyorsun da. Duymaman da en iyisi bence. Müziği sadece dinlemekle kalmayıp aynı zamanda yaşıyorsan eğer, duymaman en iyisi.

Aziz okuyucu;

Hatırasına saygı duyulacak bir geçmişten bahsediyorum ben. Uzun zamanlar öncesinden süregelen. Sende saygı duymalısın. Sadece okumalısın. Sonrasında okuduklarını burada bırakmalı sessizliğinde saklamalısın. Sır olmalı, senin ile benim aramda. Burada senin gibi niceleri olsa da, sen ayrı biri olarak buradasın. Herkes ayrı biri. Sır herkesin kendisinde.

Ne demişti şair;

“Binlerce fidan ektik halkın çölüne,

Su vermediler eğildi”.

Şimdi ne alakası var bunun benimle ya da seninle? Bilmiyorum belki yaşanmışlıklarla çok alakası vardır. Belki gerçeğin izdüşümüdür, belki de gerçeğin kendisidir. Sırf konuşmak için konuşursun ya bazen. Hani ürkütür ya seni sessizlik. Yazamamakta beni ürkütüyordur belki de. Bilmiyorum, bilemiyorum. Hep belkiler,ihtimaller, ihtimaller.Son ihtimale kadar varmamalı kederler.

Yazarken içine çekildiğin duygu girdabını düşününce, sanki daha bir yaşanılası oluyor o anki dünya. Dünyayı yaşanılası kılacak şeyler de azaldı ya, bakma sen. Eşkıyanın Cumali’ye ölüm telkini gibi; bir bedenden çiçeğe, o çiçeğe konan arıya varana dek. En güzel vuslat yazabilmek. Her şey olmasını istediğin gibi, en mükemmel yerinde oluyor. Kırık dökük değil. Bir dövme misali bedenin bir yerinde, sonsuzluğa arzu gibi. Güzel olan, her şey tuhaflaşırken, karma karışık bir halden, çabalayarak izlerini taşımak zihninin bir yerinde. Bir de kalabalıklar için de ona benzeyen birini görüp gizli gizli onu resmetmede. Mesela şu satırları yazdığım zaman ki hissiyatıma dikkat kesilmeni istiyorum.

Sever misin yazdıklarımı,

Günü gelir kelimelerimle ısınırsın belki

Beklediğin o sıcaklığı, çölden yollayamadığımdan hüznüm.

Geçmişi, tarihin acı kokan sayfalarına dağılmış bir Kürt kentindeyim şimdi. Bu kent ki, makûs talihini değiştirmek için henüz şans oyunlarının icat edilmediği, ve her anı koca yıkımların olduğu en zor zamanlardan geçmiş. Yeryüzünün belki de en hazin dramların yaşandığını yeni yeni kavramaya çalıştığım, bu kadim kentin her karışında seni yaşamaktayım.

Keskin bir elma kokusu ile nefesleri kesilip, oldukları yere kapaklanan, ardında kalanlarınsa yanan yüreklerini gözyaşlarıyla soğuttuğu Halepçe’nin bahtsızlığını görürken, kendi bahtsızlığımın işaretlerini de, bir haziran ayından sonra ki sensizlikte aramaktayım.

Bazen, bir bahtı karayım kullar içinde, bazense, uzamakta olan günlerin gecesinde, pencerede bir perdede. Bazende bir nefessiz bir ince hastalığın pençesinde. Sahi inceldiği yerden kopar mı bir gün? Sanmam, şansın bizden tarafa döndüğü gün ya kumarhane kapanır veya basılır.

Salabilsem kendimi boğazın akıntısına, hafiflerim belki suyun ağırlığıyla. Salamıyorum maalesef, denizi içime çekmekten haz aldığım bir zamanın, bir tarihin ardından yapamıyorum artık, korktuğumdan. Gözlerimi kapatıp, bir kayıkçı sandalında hayal ediyorum kendimi. Asılıyorum küreklere. Her kürek çekişte, okyanusun içlerine doğru bir yol uzuyor. Açılıyor önümde Kızıldeniz gibi. Başı dönüyor maviyle. Öyle bir mavilik ki, gece karanlığında zindana dönüyor. Ayın şavkını saymazsan karanlığın en uç noktası adeta. Aydınlığı da karanlığı gibi en perde üstüne perde. Yüzü görünmüyor. Açmıyor perçemini ruhunun.

Bunun gibi binlerce konuşma, cümlesi içimde. Sadece kendimle konuşuyordum. Kendimle konuşmalarıma ara verdiğim o eylül ayının ilk haftasında, beni deniz aşırı ülkeden kovanda bir benzer yüz oldu. Onu gördüğümü sandığım yerde, çıldırdığıma kanaat getirdim.

Sabah saatleriydi. Metrodaydım. Gündüzün yorgunluğu, yerini akşamın mahmurluğuna bırakmıştı. Kulağımda eskilerden kalma müziklerden biriyle usul usul yol alıyordum. Uslanmaya çalışmıyordum, beni deli yanlarımla sevenlerim vardır diye. Kulağımda ki müzik belki de Kalbimdeki Deniz’di. Binlerce defa dinlemişimdir. Bu yüzden tahminim o. Kafamı kaldıracak halim yokken bir aralık karşıya bakmış bulundum. Karşımda ki yüz, o yüz işte.

Mümkün değil diye düşünüyor insan. Gerçekten de mümkünler âleminde, na-mümkün bir olay. Kafamı tekrar önüme eğdim aziz okuyucu. Bir kez daha kaldırıp, birçok kez indirdim kafamı. İnsan özleyince öyle oluyor.

Siz hiç annenizden ayrıldınız mı? Son görüşünüz olabileceğini düşünüp birde. Hani ayrılırken dönüp arkaya bakarsınız ya, boynunuz yoruluncaya kadar. Son bir kez daha gözlerinizi doyurmaya çalışırsınız hani. Gözlerinizden akacak yaşlara engel olmaya çalışıp, sonra da zorla yutkunmaya çalışıp boğazınızdaki düğümü aşağı indirmeye çalışırsınız hani. Benimki de öyle oldu. İçim kırıklarla doldu. O olmadığını bildiğin birinde, onun hasretini dindirmeye çalışmak. Zormuş! Bir yada birkaç durak sonra inip gitti sakince. Bense artık burada ikinci bir karşılaşmayı kaldıramayacağımı düşünerek o gece eşyalarımı toplayıp daha batıya doğru yola çıktım. Ona benzeyen onunla aynı soyadı taşıyan birilerinin de burada olduğunu bilebilmek, düşünebilmekte yoruyordu zaten. Bir iken birden arttı bahanem.

Batıya yolculuklar nereye kadar sürer bilmem.Bir gün batıya gide gide doğuya çıkacak kadar uzun sürer mi yolculuk?