Evlilik, dünyanın en eski birliktelik şekillerinden birisidir. Teolojik kaynaklarda geçtiği kadarıyla ,ilk insanlar evlenerek, yani birlikteliklerini ömürlerinin sonuna kadar sürdürerek insan soyunu devam ettirmiş ve bu alanda insanlara örnek olmuşlardır. Tarihi kaynaklarda aynı şeyi söylemektedir üç aşağı beş yukarı. Şuan kimi insanlar birlikteliklerini flört, comon love, gibi şekillerle devam ettiriyor olsalar bile kadim olan şey evlilik yoluyla yaşama şeklidir. Aradan binlerce yıl geçmesine rağmen, bu evlilik konusu çoğu zaman içinden çıkılamayacak kadar zor süreçlerden geçmiş, ve bu birlikteliği sürdüren milyarlar, sürdüremeyen ise yüzbinlerce insan olmuştur.
Evlilik müessesesini sürdürebilmek gibi, sonlandırmak da, insan tabiatının farklılığından kaynaklı, doğal bir süreçtir. Bu konuda bireylerin kendi arzularının dışında gelişen durumlar, kendi hatalarından kaynaklanan birtakım gözden kaçan noktalar var ki herkesçe malum olan; ben onlara değinmek istiyorum. Evlilik uzmanı değilim ama hayat tecrübem, gözlemlerime dayanarak bir kaç kelam etmeyi de kendime çok görmüyorum. Cesaretimin kaynağı ise sekiz defa boşanmış bir insanın sunduğu evlilik programını milyonların izlemesinden kaynaklanıyor. Takdir size kalmış.
Aileler tanıştırdı, arkadaşlar aracı oldu, aniden gelişti vs. derken, insanlar hayatlarını, birbirlerini ya severek, yada sonradan sevmek üzere, ortak bir noktada buluşarak birleştirirler. Ancak sadece sevmek yeterli midir? Tabi ki değil. Rivayet odur ki, birbirlerini severek evlenenler daha yüksek boşanma oranına sahipmiş. Sadakat, fedakarlık, saygı, şefkat, merhamet, özveri, güven vs…Birçok faktör var bu birlikteliğin devamlı olmasını sağlayan. Sadece sevmek yetmiyor anlaşılan. Ama sevmeli insan. Sevmeyen kusur aramada daha maharetli sayılır. Biraz kör olmak ilişkilerin sağlığı açısından iyi bir tercihtir. Bu hususa daa sonra değinmek üzere burda ara verelim.
İlişkilerde ki problemin temelinde indiğinizde en büyük problemin üçüncü şahıslarla alakalı durumlardan kaynaklandığına daha çok şahit olursunuz.
Çoğu zaman eşleri tartışırken gördüğünüzde birbirlerini en gıcık eden birkaç husustan bahsedip dururlar. Verdikleri tüm olumsuz örnekler o hususları içermektedir. Eşlerden birisi ,diğerinin ailesinin kendisi ile alakalı olumsuz bir tutumuna takmışsa, görümceden kaynanaya, eltiden teyzeye kadar gözü üzerinde kaşı olan herkesle ilgili sayısız örnek sıralayabilir. Çünkü artık ona takmıştır.Diğeri bundan dolayı eşinin haklı olduğunu düşünse bile bazı meseleler zülfüyare dokunduğundan dolayı gardını almak durumunda kalır ve savunma pozisyonuna geçer. Kendisini sadece annesini savunmak zorunda hissetmesine rağmen otomatik olarak teyzesini, hatta sevmese bile yengesini de savunmak zorunda kalabilir. Bu da şikayetçi olanın sinirlerini daha fazla zıplatır ve nihayetinde problem kördüğüm olur çözülemez hale gelir. Bu durumda ilişkilerde ki problemin temelinde indiğinizde en büyük problemin üçüncü şahıslarla alakalı durumlardan kaynaklandığını görürsünüz.
İşte asıl söylemek istediğim en önemli cümle öbeği, ana cümlecik, yani “main clause” burada başlıyor.
“Perdeyi Yırtmamak” her ne sebeple olursa olsun eşlerin en büyük yaraları perde yırtıldığında başlıyor. Güneşlik yada tül olandan bahsetmiyorum efendim. Aramızdaki haya perdesini kast ediyorum. Birbirinizin en özel anlarına şahit olursunuz da perde yırtılmaz ama bir kelime mızrak gibi deler geçer o perdeyi.
Güzel bir sözü vardır bir dostumun. Der ki; “Bakılacak yüze utanılacak söz söyleme” .Anladınız değil mi? Ne olursa olsun aranızdaki perdeyi yırtmamalısınız. Kötü söz söylemek ilk o perdenin yırtılmasına neden olur. Fiziksel şiddet konusuna girmiyorum zaten. O konuda herkesin kalın çizgilerinin olması gerek. Perdeyi yırtma hadisesi ,psikolojik şiddetin de bir parçasıdır bana kalırsa. Hayatlarını birleştirmek isteyen insanların, evlenmeden önce birbirlerine sunacakları ilk şartın bu olması lazım.
-Bana şaka yollu bile olsa kötü sözler, hakaret içeren sözler kullanmayacaksın. Kullandığın an, evimizin temeline ilk dinamiti yerleştirmiş olursun!
Bu şartla başlayan evliliklerde sonradan arıza çıkması durumunda bile, sarsıntının şiddeti sistemi yıkmaya yetmez muhtemelen. Elverir ki çiftler bunu kendileri arzu etmesinler, istemesinler.
Perde konusunda birçok insanla aynı fikirde olduğumu düşünüyorum. Mutlu anne ve babaları olan çocuklar, onların uzun süren evliliklerine baksınlar. Bu konuda haklı olduğumu göreceklerdir. Kendi annem ve babamdan örnek verecek olursam şu söyleyebilirim. Babam çok sinirlendiği zamanlar bile anneme ve onun ailesine tek kötü kelime kullanmamıştır. Hakeza annemde öyledir. Her aile kendi içinde ayrı bir alem olduğu gibi örnekleri kendinizde çoğaltabilirsiniz. Eğer birisinin yüzüne karşı hakaretamiz sözler kullanmıyorsanız bu şu demektir;
-Evet, ben sana saygı duyuyorum. Bunu sana sözle ifade etmemiş olmamın bir önemi yok. Önemli olan şuan ki içinde bulunduğumuz ahval. Farkı mizaçlarda olabiliriz ancak bunun bir önemi yok. Gördüğün gibi sana saygı duyuyorum sana ve senin değer verdiğin maddi, manevi ne varsa onlara da saygı duyuyorum.
Anlık sinirlerine yenilenler yada sırf kendi egolarını tatmin edebilmek için karşıdakini kötü sözlerle ezmeye,rencide etmeye çalışan ruhsal problemli insanların çoğu da, bahsettiğim perdeyi yırtma hadisesinden muzdarip kişiler olduklarından dolayı, bunu eşlerine yansıtmaktadırlar.
Buna kısır döngü diyebilirsiniz. Sosyal hayatın içinde maruz kaldığı kötü durumların etkilerini aile içine taşıma, oradan tekrar topluma ve bireylere dönme durumu sağlam bir kısır döngü örneğidir. Tersi durumda da, olumlu gelişen durumların aileye, oradan topluma ve sonuç olarak yine aileye dönmesi de bir döngü oluşur. Kaktüs eken, diken biçer. Ne ekerseniz onu biçiyorsunuz anlayacağınız. Birine taş atarsanız, o kişi size atacak birşey bulamazsa sizin ona attğınız taşı size atacaktır.
Devamı gelecek….