Şüphe…

(Ş.’in günlüğünden.)

Gerçeğin ta kendisiyle karşılaştığın gün ben bir yalanın tam ortasında, cenderede sıkışmış olarak kalakalacağım. O gün beynim, kalbim ve ruhum beni terk etmiş olacak. Kafası bedeninden ayrılmış bir kurban gibi, can çekişirken sağa sola toslayacağım. O gün çok sevdiğim yazılarımda beni terk etmiş olacaklar. Yada şüphenin kara bulutlar gibi üzerine çöktüğü, duman ve isten müteşekkil bir tortunun altında kalacak her şey. Sayfalar, yapraklar, ciltler dolusu yazılar hep kurban olacak benimle beraber. Şüphe varsa, masumiyet lekelidir artık. Hele şüphe üzerine kendini mahkum ettiysen.

Gri bulutlardan korkmaya başladığım yıllar, üniversite okuduğum yıllara tesadüf eder. Bilmem kaç kere ,Tanrının gazap ettiği için, yerle bir olduğu söylenen bir şehirde, bahar ve sonbahar aylarında ,yanı başında ki dağın kıyısında kurulan dağ mahallesini bile bir çırpıda yutacak kadar aşağı inen o bulutlar için “o kıyamet bir gün gelecek ve beni burada yakalayacak” diyerek korku içinde kapalı bir alan bulmaya çalışırdım.

Ne garip korkularım varmış sahi. O kara bulutları askerliğimi yapmaya gittiğim şehirde aralık ayında görmüştüm birde. Dağ başı değildi ama, sabahın şafağında terminalde yakalamıştı beni. İkindi vaktine kadar ise hiç açılmamıştı hava. Öyle sis, öyle duman, öyle karabulutlar içinde dolaşmıştım. Karanlık, soğuk hava ve yere inen bulutlar. Kıyamet gibi, kıyamet öncesi puslu sessizlik gibi…

Bugünlerde de karabulutlar altındayım. Çünkü ilk kez karanlığıma yaktığım ışığın zayıfladığını, söndüğünü görüyorum. İçimdeki ışık sönüyor belli ki. Belki de karşımdaki aynayı kırdığım için ışığı görmüyorum. Kendisini göremeyen ışık sönüyor yada. Her şey mümkün. İnandığım şeylerin üzerime çöktüğünü gördüğümden bu yana, inandığı şeylerin üzerine çöktüğü insanları daha iyi anlıyorum. Şimdi şu saatte anladığımı yaşıyorum, yaşatıyorum. Kendimi, affedilemeyecek kadar büyük bir hatanın içine atmışım. Yüzleşmek, özür dilemek, belki beni affettirebilir ama, bu benim kendimi artık affedebileceğim bir şey değil. Biliyorum şiddeti, sancısı da geçecek zamanla. Anlaşılacağım belki bir nebze de olsa. Fakat kendini affetmek? O nasıl olacak? Kendime şefkat etmek, merhamet etmek, insan olarak aciz olduğumu hissetmek, içimde büyüttüğüm onca şeyi kırabilmiş olmanın isyanına mani de olmuyor, kendi tarafımdan kendimi anlaşılırda kılmıyor.

Soyut şeylerin etrafında dolanıp durduğuma bakma. Bu şimdiye kadar yaşadığım en acı şey belki de. Bir ayrılık değil, bir yalnızlık değil yahut…Bu başka bir şey. Bu kendini imha etmek. Ben kendimi imha ettim. Cenazemin başında ağlayacak bir ben bile kalmadı…