Zorla bir yere kapatılmazsak eğer, çıkacağımız yüksekliği hayal bile edemezsiniz. Aslında ruhumuz özgürdür bizim. Yükseklere çıkabilmenin altında yatan neden de budur. Kırılmadıysak, horlanmadıysak çoğu zaman döner yuvamıza geliriz. Sıcak bir yuva gibisi var mıdır? Yoktur tabi ki.
Bu kadar özgür olmanın bedeli de yok sayılmaz hani. Akşama kadar bir sürü it, köpek takılır peşimize. Çarşıda, pazarda, kasapta, manavda. Rahatsız eder dururlar. Kuyruk sallamazsanız kimse takılmaz peşinize diyorlar kimi insanlar. Yok yok, bu öyle değil. Sahiden öyle değil. Kimimiz kehribar gözlü, kimimiz deniz mavisi. Kapkara gözleri olanlar da ayrı güzel, kahverengi gözleri olanlarımızda, elaya çalanlar hele muhteşem.
-“Bizimde karımız, kızımız var kardeşim! Onların peşine neden kimse takılmıyor höee?” diyenler, yani bu kuyruklu yalanı uyduranlar, ancak kendi çevrelerinden birinin başına serseri bir köpek musallat olduğunda bizim sıkıntımızın farkına varıyorlar.
İşsiz, güçsüz, bir yuvası olmayan, sokakları arşınlamaktan, onun bunun çelmesini, tekmesini yemekten, sevgisizliğin ağında hayata tutunmaya çalışmaktan başka bir amacı olmayanların, bizim peşimize düşmesinden daha doğal ne olabilir ki? Laf lafı açınca, eğitimsizlikten bahsedilir ilkin.
-“Azizim eğitim şart.” Derler. Oradan geçiyorsam ben hemen lafa karışırım ama anlarlar mı? Bilmem.
-Eğitim değil üstadım, sevgi şart.
Bugün işkenceyle öldürülenlerimiz dahil, tüm canice işlenen cinayetlerin sebebi sevgisizlik.
Sadece onlar mı? Ah neler çekeriz sevgi nedir bilmeyen insanların elinden, bir bilseniz. Sokakta rahat vermezler. Üstüne üstlük, görüp beğenerek aldıkları halde, sahip olduklarında da rahat vermezler. İki dakika oturacak olsak, illa dürter yerimizden kaldırırlar. Kimi bir bardak suyu bile çok görür. Kimi bir kap yemeği. Farzı muhal bir kap yemeğe ihtiyaç duysanız, ki bugünün dünyasında o kadar da kıymetli değildir bu, onu size vermeye çalışanlara bile sataşırlar. Böyledir işte insanoğlu, akıl sahibidir, fakat kötülük daha kolayına geldiği için yayar da yayar onu. Yaparda yapar.
Fıtrat deyip çıkamayız işin içinden. Bu işin künhüne vakıf olmak için yaradılışa kadar uzanmak lazım. Adem’e, şeytan’a, Habil’e, Kabil’e, Big bang’e kadar yol almak lazım ki zihinler biraz berraklaşsın. Dinozorlar çağından daha acımasız bir zamanın içinde, yumuşacık sesli, naif, kırılgan vücutlu, rengarenk bir varlık olarak yaşayabilmek harbiden zor. Çünkü insanın acımasızlığına, dinozorlar yaşasa, onlar bile dayanamazdı. Bir şehir, bir ülke, bir kıta, bir dünyayı yok edebilecek kadar insafsızca silahlar yapabilen tür. Kitle imha silahı yapan bir varlıktan bahsediyoruz yani. Başka izahı yok.
Fakat tümden karamsar olmanın da lüzumu yok. Güzel insanlar da var. Hem de çok güzel. Bir çiçeğe, bir hayvana, bir insana güzel bakabilen, onu ruhunun tüm berraklığıyla sevebilen insanlar var. Kaçmayız onlardan biz. Evlerine gideriz, kapılarını çalarız, misafirleri oluruz. Hiç gocunmazlar hizmet etmekten. Bizde onlara huzuru getiririz. Huzur ve sükûnet. Başka ne verebiliriz ve ne isteyebilirler ki?
Biliyor musunuz; Tanrı da dünyayı severek yarattı. Çünkü o sevgi canlıları var etti ve bir ahenk içinde tuttu. Canlılara ruhundan üfledi. Can verdi onlara. Sevmeseydi vermezdi herhalde.
Peki biz neden yaratıldık sahi? Yaşamak için mi? Kovalanmak için mi? Sevmek yahut sevilmek için mi? Bu sorunun cevabı yine bizde saklı.
Türümüzden birilerinde. Öyle bir enerjisi vardır ki kimi türlerimizin, onlara dokunduğunuzda tüm kötü enerjinizi emerler ve o olumsuz enerjiyi kendi vücutlarına hapsederler. Bu dokunma faslından sonra siz rahatlarsınız bedenen ve ruhen rahatlarsınız. Fakat onların ömründen bir süre daha kısalır. Ne kadar dokunursanız, o kadar ömürleri azalır. Size verecekleri bir şeyleri yoktur ama onlar size hayatlarından verirler. Fakat dokunmanızdan, ömürlerinin kısalmasından da hiç şikayetçi değillerdir. Çünkü onlar severler. Karşılıksız severler. Sadece size vermek için yaşarlar. Ömürlerini, sevgilerini ve canlarını. Seven canından daha kıymetli neyini verebilir ki? Can başkadır. Bir tanedir. En kıymetlidir. Şöyle düşünün; Nihayetin de hepimiz bir vesile ile var olduk. Yavaş yavaş da azalıyor vaktimiz. Giderek tükeniyoruz ve nasılsa bir gün tümden tükenecek zamanımız. Ama biz bir iz, bir isim bırakıyoruz dünyaya bizden sonraya. Sevdikleri için can verenlerin adlarının arasına yazılıyor adımız. İçimizdeki güzelliğin tarifi bu işte. Candan vermek. Canından vermek.
Çok hoş düşünceler değil mi bunlar? Biraz yürüyeyim diyorum sokakların arasında. Camekânlara bakıyorum sakin sakin. Işıltılı camekânların ardında cansız mankenler. Duruşları pek bir anlamsız geliyor bana. Birinin önünde duruyorum. Çok güzel bir kırmızı kazak görüyorum bir mankenin üzerinde. Ah diyorum ne hoş. Durup öylece bakarken birdenbire arkamdan sert bir tekme savruluyor. Can havliyle yuvarlanıyorum. Acı bir çığlık atıyorum ve avazım çıktığı kadar haykırıyorum.
-Miyauuuuw.
….
Birdenbire uyanıyorum. Yediğim o sert tekmenin şiddetiyle yataktan yerer yuvarlanmışım.
Fakat bunların rüya olmadığını hepimiz biliyoruz. Gözlerimizi kapasak da, kapamasak da. Bunlar oluyor. Bir kedinin şahsında, insanlığa oluyor olanlar.
Sağlıcakla.