
Giriyorum içeri, etrafa ,sana bakıyorum gelmiş misin diye. Bir işaret, bir iz aradığım. Duvar da asılı duran yapraklı takvime bakıyorum ve bir tebessüm yayılıyor yüzüme. Takvimden bir yaprak koparılmış. Evet, yine gelmişsin. Uğrayıp önce bir kahve içmişsin. Sonra da fincanını, onu aldığın yerin az kenarına bırakmış ve kapıyı çekip çıkmışsın. Denk gelemiyoruz hiç, bir kahve içimliğinde. Olsun, burası bizim mekanımız. Ne zaman gelirsek gelelim bir kahve içimimiz var. Kimse olmasa da mekanın hatırı var . O hatırı saymak, bir selam alıp çıkmışlığımız gibi varsayılır. Hem zaten bu dünyada herkes geçici değil mi? Kalanlara bir selam bırakıp gitmiyor muyuz? Hangimiz beraberimizde, buna cansız olanlarda dahil, sevdiklerimizi alıp götürüyoruz? “Gideceğimiz yerin hali konudan müstesna.” Tabii ki hiçbirimiz. Bir hoş sadâ kalıyor geriye . İşte bu yüzden bir kahve içimlik hoş sadâ daha makbul. Hala çarpıyor olsa da kahve beni, vazgeçmenin mümkünü yok. Uzatma araları kadimim. Daha kırktan geriye çok yıl var.