SIKINTI…

Yine bir Yaşar Kemal romanında okumuştum herhalde. “Tekmil hastalıkların anası sıkıntıdır” İnsan bir kere sıkılmaya görsün, sonrası hastalıktır. Hastalık değilse bile, hastalık hastası olunasıdır artık.

Çok sık aralıklarla yazmam normalde biliyorsunuz fakat kafa dağıtmak için yazıyorum. Konuşma ihtiyacı hissediyor insan. Kimse dinlemese bile. Eskiden kendi kendime konuşma egzersizleri yapardım. Bir konuyu kendime anlatmaya başlar, sonra da kendi kendimi düzeltirdim. Şimdi düşüne düşüne yazıyorum ya, öyle kendimi düzeltme gibi bir şey olmuyor. Ha aklıma sonradan gelen şeyleri paragrafların arasına serpiştiriyorum, o ayrı. O kendini düzeltmeye girmiyor. Neyse işte.

Burada yazma sekmelerinin içerisinde evim diye bir buton var. Hakikaten iyi düşünülmüş. Benim kendi içimdeki evim burası. Kaçıp kaçıp geldiğim, Ahmet Kaya’nın “Supi” şiirindeki gibi kimsenin bilmediği fırtınadan arda kalmış bir tekne burası. Tevekkül içinde, beyazlamış sakalım, eşşek kadar hüznüm, zaman zaman utancımla birlikte buradayım.

Sıkıntı diyordum değil mi? Sıkıntı evet. Elim böğrümde sıkıntıdan. Oldum olası nefes alamam burnumdan. Geceleri uyurken de ağzımdan nefes alırım hep. Sıkıntı zamanlarımda ise zar zor aldığım nefes yetmeyince ne hissediyorum bir bilseniz.

İyisi mi ben gideyim biraz ağlayayım…

(1993 te yapılmış bu şarkı , şimdi ki yaşıma gelsin)

Bendeniz- Ağlayayım mı?