Bu haftanın bir diğer kitabı Nazım Hikmet’in Pirayeye Mektupları. Bu mektuplar, Franz Kafka’nın Sevgili Milenaya Mektuplarından farklı tabi. Birisi sağlıklı bir insanın cezaevinden yazdığı mektuplar, diğeri hasta ve fakat özgür bir insanın, uzak bir ülkeden diğerine yazdığı mektuplar. Bir de benim mektuplarım olacak ilerde belki. 😦
Nazım Hİkmet’in Pirayeye Mektuplarını buldum geniş kütüphanedemde ve hemen okumaya başladım. Şaka şaka öyle bir kütüphanem yok artık maalesef. Sahip olduğum herşey bir sırt çantasına sığıyor neredeyse.Tarihte ki büyük şahsiyetleri örnek alıyorum artık zoraki olarak.İlerde kapitalist olanlarını örnek alabilirim ayrı konu. Ne kadar çok şeye sahip olursan o kadar derdin oluyor.İnsana yarım yamalakta olsa hürriyeti,(vicdan hürriyeti dahil) ve bir kaç parça çul yetiyor bazen. Haa! unutmadan birde iyi bir ayakkabı. Yoksa yürüyerek yollar aşınmasa da ayak aşınıyor.
Uzatmayayım, Kindle diye bir alet var ecnebilerin icadı, oradan şey ediyorum kitapları. Hem taşıması rahat hemde gece yatmadan evvel iyi oluyor. Yatakta sağa sola dönüp duracağına, uykun gelinceye kadar okuyabiliyorsun. Meşhur bir yazarımız da öyle yapıyormuş zamanında. Her gece yatmadan önce mutlaka yarım saat okuyormuş, ama şimdilerde cezaevinde kitap verilmiyor diye dert yanıyordu en son hatırladığım kadarıyla. Maalesef, Türkiye’de zaman, kimleri harcasam diye dönüyor adeta. Bak yine sosyal mesaj verdin. Oldu mu birader ? Yapmayacaktın hani. Neyse bi daha yapmamaya çalışırım. Söz vermiyorum.
Nerde kalmıştım? Hehh, Pirayeye mektuplarda. İnsan kaybettiklerinin kıymetini anlayıncaya kadar onlardan bayağı uzakta olabiliyormuş. Nazımın da o hesap. Yazmış yazacağı kadar ama yıllarca,aşık olduğu kadından ailesinden yoksun kalmak acıtmış onu . Bizi şimdiler de acıttığı gibi. Herkes kendi derdine yansın, diyesi geliyor insanın lakin, aynı dert yüz yıldır dönüp dolaşıp birilerini yakıyor. Kimlik ayrımı olmaksızın, yan babam yan.
Bu gece bitirirsem birkaç satır yazarım genel muhteva konusunda.