Cahit Sıtkının şiirini seslendiren Münir Nurettin ne diyor;
“Ne Doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur”.
Halden anlayanı bulmak gerçekten zor. Halden anladığını sandıklarınızın etrafınızı sarması ise daha bir acıklı durum. Alışageldiğiniz bir yalnızlık senfonisini dinlerken;birdenbire kendinizi kalabalıklar ortasında bulup, o kalabalığın büyüsüne kapıldıktan sonra, tam da rüyanızın en heyecanlı yerinde uyandırılmak hissi gibi;bu halden anlayanın bulunamaması konusu.
Fuzuli’nin işe en sevdiğim beyitlerinden birisidir şu beyit;
“Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge.
Ne açar kimse kapım bâd-ı sâbâdan gayrı”.
Uç uca eklediğinizde, Cahit Sıtkı ile Fuzuli’nin bu dizelerinin birbirini tamamladığına şahit olursunuz.
Gönül dili ile konuşan insanların ortak özelliği bu galiba. Sanat diliyle anlaşmak ve o sanatın birbirinden bağımsız ve fakat birbirinin devamı gibi olması demek.
Size söylemiştimya hani, 14 nisan akşamı program var, orada ilk kez sahneye çıkacağım diye. O program gerçekleşti. Benim de iki türkü çalma imkanım oldu orada.Farklı bir deneyim oldu. Piyano çalan, akordiyon çalan, gitar çalan başka insanlar da vardı.İllüzyon gösterisi, ardındanda basit bir müzayedeyle bitti program .Yılda bir yada iki defa yapılıyormuş. Bir daha ki programa da yine müsait olursam gelmemi rica ettiler. Davet etmeleri halinde memnuniyetle iştirak edeceğimi bildirdim.Programın akışı gayet güzeldi.İnsanların yüzlerinde ki mutluluk ifadesini görmek güzel bir duyguydu.
Kanadalılar çok naif insanlar. Küçük şeylerle mutlu olup aynı şekilde üzülede biliyorlar.Bunu yakından görme ve anlama fırsatım oldu o akşam. Sahneden indikten sonra yanıma misafirlerden bir kadın geldi. yaklaşık 50 -55 yaşlarında bir kadındı.Tebrik etti ve şarkıları çok beğendiğini,duygulandığını söyledi.Sonrada şunu ekledi
-Şarkılarını söylerken dikkat ettim de sanki burada değildin, başka yerdeydin, gerçekten çok etkilendim. Ne düşünüyordun neler hissettin?
Bende özetle şunu söyledim;
-Hislerimi tarif etmem zor, ancak bu türküleri çok seven insanları, özledim. Onlardan çok uzaktayım şimdi gördüğünüz gibi.
Anladığını ve bir an önce sevdiklerimle bir araya gelebilmem için dua edeceğini söyledi.
Sonrasında yine yaklaşık 10 yıldır Kanada da olan Ürdün asıllı bir kadın daha geldi. Oda aynı şekilde çok duygulandığını söyledi.Hakeza, akordiyon çalan bir başkası da yine aynı duyguları hissettiğini söyleyince, kalabalıklar ortasında halden anlayan birilerinin olduğunu görmek güzelmiş hissine kapıldım. Badı sabadan gayrı açar kapımı belki birileri ümidi yine canlandı.
Birde ilk kez bir sahne deneyimi yaşadım. Heyecanlanırım sanıyordum ama öyle olmadı. Söylemiştim ya; bu saz dediğiniz enstruman keder dağlarını toplayıp sırtınıza yüklüyor. Ne bir heyecan hissediyorsunuz, ne de başka sizi onun büyüsünden alıkoyacak başka bir duyguyu. Onunla birleşip bütünleşiyorsunuz adeta. Ne kadar iyi çaldığınız, sesinizin ne kadar güzel olduğu konusuyla ilgisi yok sanırım.İyi bir gözlemciyseniz, etrafınızda bulunan insanlarıda duygudan duyguya sürüklediğinize mutlaka şahit olursunuz.
Beethoven der ki;”Havadaki titreşimler tanrının nefesidir ve insanın ruhuna hitap eder. Müzik tanrının dilidir ve biz müzisyenler tanrıya en yakın insanlarız, onun sesini duyarız, dudaklarını okuruz”.
Biz Beethoven’in abartılı ifadelerini referans alabilir miyiz? Bilmiyorum ancak, “Bir türküsü olan insandan zarar gelmez” diyen Neşet Ertaş bizim için yeterli olacak düsturu az kelimeyle çok geniş bir şekilde anlatmıştır. Belki de kendi türkümüzün olması o ortamdaki insanları etkilemiştir. Dahlimiz yoktur belki de. Kim bilir?!
Bu arada ne çaldım merak edeniniz vardır. Önce “Vurgunum Hasretine” sonra ise “Candan ileri”.Yani bu iki türküyü çalıp seslendirmeye çalıştım.
Gönlünüz türküyle kalsın canlar.