Yeraltından Pusulalar -4

İnsan her baktığı yerde görür mü bir yüzü? Her dakika düşünür mü insan birisini? Her gözünü kapattığında hayalini kurar mı birisinin? Tüm duygusal anlarını paylaşmak ister mi aynı kişiyle? Ona yazdığı onlarca şiiri , hikayeyi , yazıyı ;sırf en güzelini yazabilmek için; yollamaz da tutar mı kendisinde ? Bunun hastalık olduğunu bile bile her gün çok bağlanır mı insan bir yüreğe? Tabiatın en güzel yerini gözlerine sermek ister mi bir insanın? Bu divaneliktir. Bu Mecnun’un anlatmak istediğidir. Teslimiyettir. Yok olma arzusudur erişilmez olanda…

Boğulmaya başlamıştı. İçinde çalkanan koca okyanusta değil, tam çıkmak üzereyken yeniden battığı ve karayı neredeyse görmek üzere olduğu kendi kıyılarında boğuluyordu. Dört duvar arasına sıkışıp kalmak yormuyordu onu. Neredeyse her gün gördüğü rüyalardı onu yoran. Aslında kabuslarla uyanmıyordu. Çoğu zaman hep en güzelini görüyordu rüyaların . Hayal dahi edemediği yerlerde geziniyor, dileği, düşüydü o ve onunla birlikteydi hep. Fakat insan tabiatına aykırı olan , hatta hayvanlara bile reva görülmemesi gereken bu iradi hapis hayatını terk etmesi gerektiğini biliyordu. Sonra zindanlarda yatanları düşündü, fikir adamlarını, şairleri, yazarları, siyasi yada ideolojik farklılığına tahammül edilmeyip hücrelere tıkılanları… Onlar zorla yatarken ben iradi olarak kendimi kapattım buraya. Sıyrılıverdi düşüncelerinden bir aralık. Sonra yine üşüştü düşünceler beynine.

Arada bir ihtiyaçlarını görmek için dışarı çıkıp gelmeyi kafi görüyordu . Ne televizyonu vardı nede herhangi bir teknolojik aleti. Kitapları ve kalemleri vardı. Zaman zaman güzel yazı çalışmaları da yapardı fakat bu güzelliği kimseye göstermek istemediği için bu gibi sanatlarda ne kadar ileri gitmiş olabileceğine dair herhangi bir fikri yoktu. Bir ödev gibiydi onun için bu nevi şeyler . Tıpkı her gün mutat olarak yazmayı sürdürdüğü mektuplar gibi.

Ne zamana kadar yazmaya devam edecekti? Buna dair net bir fikri yoktu. Etrafında biriken bu koca yığının bir gün sahibi tarafından okunacağına, yada Kafka gibi öldükten sonra bulunup daha sonrada bu kendisine ait sırların ifşa edilerek milyonlarca insana ulaştırılıp ulaştırılmayacağına dair en ufak bir düşüncesi de yoktu . İlk önce sahibine ulaştırılması fikrini düşünüyordu. Gerisini boş vermişti. Hem sahibinin bu mektupları okuyup okumayacağına dair bir garantisi de yoktu. Belki okumazdı. Açmadan yakmayı seçip, yıllar sonra hortlayan ölüyü mezarına geri koyup üzerine toprak atmayı seçmeyeceği ne malumdu? Her kadın Milena değil. Her yazan da Kafka değil neticede. Duygular aynı olabilir fakat tavırlar zamana ve şartlara göre değişmek durumundadır.

Birşey fark etti. Rüyalarını yazıyordu . Aleminde kaybolmuştu. Hiç görmediği sevgiliye aşıktı. Kaşı gözü yüzü zaman zaman net çoğu zamanda buğulu bir camın ardındaki gibi karanlıktı Ne kadar da yabancıydı ona. Yüzüne söyleyemediklerini yazmaya karar verdiğinden beri bir portresi yoktu. Bildiği onu çok sevdiğiydi . Özlemekten yoruluyordu . Ah ne kadar güzeldi . Görünmeden bile güzeldi. Onun bu duygusu deliliğe dönüşü simgeliyordu . Delirmiş bir adam portresi çiziyordu kendi aleminde . Rüyalar aleminde ise saf bir aşkla seven deli bir adamdı . Kimlikler birbirinden obağımsız , birbirinden farklı tiplerdi.

Eline geçen, ilk zamanlara ait bir mektubu açtı.Gözüne çarpan ilk satırlar da şu yazıyordu;

Ben seni hiç hak etmemiştim ve etrafında dolaşmaya da hiç hakkım yoktu. Hatta ben sana yaptıklarımdan dolayı yaşamayı da hak etmiyordum. O yüzden bu gece kendime cezamı vereceğim ve hayatından ebediyete kadar çıkacağım.

O günleri hatırladı. Ne kadar bedbindi. Yeryüzünden yok olup gitme arzusu tüm çevresine yayılmıştı. Ne yana dönse bir yokluk çarpıyordu yüzüne. Bu yüzden kendisini asacağı urganı dahi asıldığında kopmayacak şekilde özenle hazırlamıştı. Sonraki günlerde ne olmuştu da vazgeçmişti? Bir an olanları düşündü. Ölüm korkusu mu, yoksa nefsini temize çekmek mi?

Hayır ikisi de değildi. Tek gerekçesi şuydu; Onu, o çok sevdiği insanı,olanları duyduğunda, hayatı boyunca kendisini sorumlu tutacağı bir şeyle cezalandırmak istememişti.

Hangi insan sevdiklerini, tüm hatalarına veya kusurlarına rağmen, umarsızca sonsuza kadar kendisinden mahrum etmeyi ve onları bu şekilde cezalandırmayı düşünebilirdi ki?

Kendisine bu soruyu sorup durdu. Tüm ilgileri üzerine çekip sonra da hayatının son bulmasına dair sorumluluğu başkalarına taşıtmak elbette doğru değildi. Fakat ya kendi duyguları , ya kendi içsel sancıları? Bunları dindirecek bir çare var mıydı? Bunun olmadığını ve olamayacağını kendisi de biliyordu. Günleri böyle ağır ve kurşuni bir yüke dönüştüren acıları dindiremeden yaşamanın yolu neydi o zaman ? Yalnızlık bunun bir çözümü değildi . Yalnızlığına birilerini dahil etmekte mantıklı değildi. Çıldırmak için ise var olan potansiyeline ağır gelen bu hisleri kaldıramamakla olurdu. Ancak onda ki potansiyel çıldırmayı kaldırabilecek seviyenin de üstündeydi . Ölmediği müddetçe bunu çekecekti. Urgan tepesinde asılı dursun istedi . Belki ölüm korkusu ve bu duygu onu çıldırtacak ve en azından ölümüne bir mazeret bulunarak geride kalanlar bir nebze müsterih olacaklardı. İyi de çıldırdığını kim nereden bilecekti? Bu yüzden bir not kaleme alsa yeter miydi?

“Ben lisanı hal ile Allah’a hergün yalvarıyorum .Canımı al artık yeter, diyorum. Çektiğim bu azaplardan kurtar beni . Dayanacak gücüm kalmadı . Yeter lütfen .” yazsa anlaşılır mıydı sancısı?

Sorular sorular sorular. Yüzlerce birbirini takip eden soru.
Sonunda bir karar verdi. Madem bir çıkar yolu yoktu o zaman kendisini herkese unutturacaktı. İlk mektubuna yazdıklarının bu hislerle yazıldığını hatırladıkça ürperdi.

Sonra düşüncelerine başka bir yol açtı. O yoldan yürütmek istedi kötücül ve karamsar düşünceleri. Eline geçirdiği kalem ile kağıda gelişigüzel yazılar yazmaya başladı.

Onun çok sevdiğinden bazı şeyleri yapma ya zamanı cesareti yetmediğinden hayatında kapanması mümkün olmayan bir gedik açtığından ve daha bir çok şeyden bahsetti. Sonra yine devam etti. Ona dair yazılara yazarak kendisine kurduğu hayali dünyadan, onunla geçen günlerin rüyalarından dem vurdu. Başı dönünceye kadar yazdı. Kalktığında başı dönüyordu.

Erdal Şahin- Ayrılık -Fikrimden Geceler…