Yeraltından Pusulalar -5

Biraz nefeslenmek için dışarı çıkmak istedi. Paltosunu kapının arkasından almak için hareketlendiğinde bir baş dönmesi daha geçirmeye başladı. Tansiyonunun düştüğünün habercisiydi. Hergün alması gerektiği dilaltı haplarından bir tanesini alması gerekiyordu. Oturduğu odadan çıktıktan sonra uzun koridordan geçip dış kapının arkasında duran vestiyere ulaşması gerekiyordu. Hapları vestiyerde ki plastik poşetin içerisindeydi. Dışarı çıkmadan önce almayı unutmamak için kalp ve tansiyon ilaçlarını orada bulunduruyordu. Şimdi ansızın gelen bu baş dönmesi ile pişman oldu. Neden birkaç tanesini oturduğu odaya bırakmamıştı sanki. Oraya kadar yorgun argın gitmek istemiyordu.

Kalkıp birkaç adım attıktan sonra sendeledi. Tutunacak bir yer bulmaya çalıştı fakat o kadar çabuk dengesini yitirdi ki, elini attığı ahşap kahverengi sehpa, dengesini kurmasına yardımcı olmak yerine devrilerek onunda düşmesine yardımcı oldu. Tutunduğunuz kimi şeylerin ayakları sağlam yere bassa bile sizin tüm dengesizliğinizle üzerine basmanız onları da yıkıp götürebiliyordu demek ki. Düşerken sağ bileğinde inanılmaz bir acı duydu. Burkma acısı değildi bu, muhtemelen birkaç yerden çatlamıştı bileği. Hemen ardından elmacık kemiğinin sehpanın kenarına çarpmasıyla duyduğu acı ikiye katlandı. Ağzından istemsiz olarak çıkan acıya dair bir Ahhhh! belki de hayatının o an kurtulması için tek yardımcısı olacaktı. Sere serpe yere uzandı. Yüzünden sızan kan beyaz halıyı kırmızıya boyamaya başlamıştı bile.  O kırmızıya boyanmış halıya hayıflanmaya zaman bile bulamayacak bir çabuklukla bayılmış bir halde yerde uzanmış ve kurtarıcısını beklemeye başlamıştı.

Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmeden yattığı yatakta uyandığında, kolunda inanılmaz bir ağrı ve yüzünde bir sargı vardı. Başında kimse yoktu. Gözlerini hafif hafif aralayıp etrafı temaşa etmeye başladığında hemen yanı başında bir direğe asılı serum torbasını gördü. Son hatırladığı masa başından kalmak üzere niyetlendiğiydi. Daha sonra ne olduğuna dair bir fikri yoktu.

Ne kadar zamandır burada olduğuna dair bir fikir edinmek için başını solunda duran pencereye doğru çevirdi. Aralık kalan perdenin arasından sızan güneş yüzüne vurduğundan dolayı uyanmıştı. Dışarıda hava apaydınlıktı Oysa dışarı çıkmak istediğinde ve sonrasında düştüğünde akşam olmak üzereydi. Demek ki en az bir gün olmuştu buraya geleli.  Yanı başında duran zile basmaya takati kalmamıştı. Bir süre bekledi. Gözlerini yeniden kapattı. O kadar halsizdi ki tekrar uykuya daldı. Az sonra hemşire onu ve serumunu kontrol etmeye geldi. Tansiyonunu ölçmek için koluna dokunduğunda istemsiz bir tepkiyle uyandı. Hemşire onun uyandığını görünce her zaman yaptığı gibi tebessüm etti. Merak ettiği soruları ise o sormadan cevaplamaya başladı. Birden bire kendini hastanede bulan hastaların sorduğu sorular genelde aynıydı. Hemşire, hastanede geçirdiği yıllar boyunca bunu bilecek kadar tecrübe sahibi olmuştu.

-Kapı komşunuz dairenizden gelen bir gürültüyü duymuş. Yalnız yaşadığınızı bildiği için muhtemel bir ev kazası geçirmiş olabileceğinizi veya bir hırsızlık vakası olabileceğini düşündüğü size yardım etmek yada durumunuzdan emin olmak için kapınızı çalmış. Siz kapıyı açmayınca da polisi arayıp bilgi vermiş. Sonrasında Polis kapıyı bir şekilde açıp sizi baygın halde bulunca ambulansı arayıp sizi buraya getirtmiş. Hayati bir tehlikeniz yok, sanırım endişe edilecek bir durumda yok. Geri kalan kısmıyla ilgili doktorunuz birazdan kontrole geldiğinizde merak ettiğiniz soruları ona sorarsınız.

-Teşekkür ederim. Size de zahmet oldu böyle.

-Rica ederim. Ben tansiyonunuzu ölçüp çıkacağım siz istirahat edin siz.

Hemşire çıktığında sağ elini oynatamadığını fark etti. Yüzünde biriken hafif bir ter vardı.  Sağ koluyla silmek istedi fakat kolu yerinden kalkmıyordu. İyi ama kolu neden kalkmıyordu? Ne olmuştu koluna. Hafifçe başını çevirip baktığında sargıyı fark etti. Yavaş yavaş olanları anımsamaya başladı. Düşerken bileğinde duyduğu acıyı hatırladı, sonra yüzünü çarptığı sehpayı… Ne olacaktı bunda sonra peki? Uzun bir süre yazı yazamayacaktı galiba. Üzerine birde sazını çalamayacak oluşu da aklına gelince, yıllardır tek arkadaşı olan sazdan ayrılık hüznü gelip yüreğinin orta yerine, bir hamalın sırtına yüklenen iki koca çuval gibi çöktü. Nefesi kesilecek gibi oldu. Allah verede onu burada çok fazla tutmasalardı bari.  Yakınlarından kimseye haber vermişler miydi acaba? Onu bu halde kimsenin görmesini istemiyordu. Acınacak bir halde olmaktan oldu olası nefret ederdi. Bu yüzden hastaneye gittiğinde genelde yalnız başına giderdi. Kimseye yük olmak istemediğini söylerdi fakat onun asıl düşüncesi, kimsenin zayıflığını görmemesiydi. Gençliğinde bir keresinde zayıf düşmüş ve o gün üzerine doğru çevrilmiş bakışların, bir serçeyi hedef alan avcıların tüfeklerini doğrulttuğu gibi ona doğrultulduğunu fark etmişti. İşte o günden sonra kimseye zayıflığını belli etmemişti. Hem zaten insan tabiat karşısında gücünü korumuş, onunla savaşarak büyük badireler atlatmışken kendi türünün saldırılarına neden maruz kalarak kendisini ayrıca korumak zorunda kalsındı ki? Buna mahal vermemek gerekir diye düşünüyordu. “Düşmanı uzakta aramak yerine onu yakının da aramak daha evla bu zamanda.” derdi hep.

Evime girenler inşallah kapıyı kilitlemişlerdir ve mektuplarıma dokunan yoktur umarım. Mumla ağızları mühürlenmiş zarfların içerisinde maddi bir kıymet olduğunu zannedip yoklayan olmamış olması şuan tek temennim” diye dua ediyordu içten içe.

Birkaç gün sonra, o hastaneden henüz çıkmadan önce, babasının kaldığı evi bir hasta için düzenlemeye gelen kızı, üzeri mumlanmış, birbirinin aynısı olan zarfların içindeki mektupları görme merakına yenik düşmüştü. Bu mektuplar kime yazılmıştı? Neden bu kadar çok mektup vardı? Zarfların ağzı neden kırmızı mumla mühürlenmiş ve dahası neden hiçbirisi gönderilmemişti. Zarfların üzerinde bir adres yahut isim bulunmuş olsa, belki bu kadar merak etmeyecekti. Fakat herhangi bir iz ya da işaretin olmayışı, mektupların muhatabının kendisi olabileceği hissini uyandırmıştı.

Babası onu çok severdi. Uzun zamandır babasının araya koyduğu mesafe olmasa belki bu mektuplara gerek olmayacaktı ona göre. Odanın içinde dönüp durdukça, mektupların kendisine yazılmış olabileceği hissi merakını ve babasının yegânesi olduğu hissinin kamçılaya kamçılaya onu bitkin düşürmüştü. Babası dahi olsa özel hayat, mahremiyet konularında hassasiyetini elden bırakamazdı fakat babası artık belli bir yaşa gelmiş olduğundan, kendisine yazdığı mektupları onun sağlığında okumuş olmak, aralarına ne zamandır çekilmiş olan duvarları yıkabilirdi.

Pinhani- Aşk Bir Mevsim