Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana – Yaşar Kemal

Bir ömre ne kadar duyarlılık sığdırabilirsiniz? Yada bir ömür boyunca duyarlılık gösterdiğiniz hangi konularda, aylarca yıllarca oturup yazı yazar, hikayeler derlersiniz? Bu vicdan terazinizin ne kadar ağırlık çektiği ile ilgili. Yoksa duyarlı yazar olmak, toplumsal kaygılar yaşayarak yazmak akıl işi değil.

Yaşar Kemal’in bir röportajını izlemiştim. 80 küsür yaşından sonra hala mahkemelerde süründürülmesinden bahisle şöyle diyordu; Bana diyorlar ki devlet senden ne istiyor ? Önüne gelen bunu soruyor? Hiçbir şey istemiyor. Ben onlardan istiyorum. Gerçekten de ben onlardan istiyorum. Türkiye’de demokrasi olmasını istiyorum, gelir dağılımının bu kadar berbat olmamasını istiyorum.

Onu istiyordu hakikaten. Atla, kuşla, çiçekle, çileyle yoğura yoğura anlatıp durdu. Kimse anlamadı onu maalesef.

Bir başka yerde de Şöyle diyor ” Bir yazar insan haklarını canını verecek kadar bağlı olmazsa, bu çağındaki insan haklarına, o yazar değil, insan bile olamaz.

Gelelim Kitabın konusuna . Sarıkamışta 90 bin askerin kırıldığı o faciadan sağ kurtulan Poyraz Musa bir hayli dolaştıktan sonra, Yunanistan ile yapılan mübadeleden dolayı boşaltılan karınca adasına gelir. Daha sonra ada yavaş yavaş gelenlerle dolmaya başlar.

Savaş, kırım, sürgün, mübadele, yeni bir yaşam umudu derken, bir avuç insanın ilkin geldiği adada hayat değişmeye başlar. Ege’den Kars’a, Çanakkale’ye, Mezopotamya’ya, Arabistan’a, Fırata, Dicle’ye, Yezidi katliamlarına , savaşın yüreğimize mıh gibi işleyen vahşi ve acı yüzüne dair tasvir edilen her yerde ve olayda yüreğinizi ortaya koyacağınız bir roman. “”Aaah, savaş, seni icad eden görmesin cennet” derken iliklerinize kadar bu sözün ağırlığını hissettiriyor. Savaş sahneleri, savaştan dolayı delirenler, kırılan canlılar, insanlar, tabiat o kadar canlı anlatılmış ki, savaşa bir kez daha lanet ediyorsunuz.

Beni Poyraz Musa ile Emir’in sahneleri çok etkiledi.Bir de yüzyıllardır kırıma uğrayan Yezidilerin yaşadıklarını bu yakın zamanda tekrar gözümüzle temaşa ettiğimiz için daha bir utanç hissettim. Bu çağda, dünyanın gözü önünde insanlar pazarlarda alınıp satıldı. Daha ne diyebilirim ki?

Birde Emir ile Poyraz Musa arasında geçen şu diyalog, kendi hayatımı sorgularken, insanlığımı iyileştirme adına, kendime nazarıma dair bir ışık oldu benim için.

Emir, Yezidilerden söz edince Poyrazın allak bullak olduğunun iyice farkına varmış, her geyi anlamıştı, gözlerini gözlerinin içine dikti:

“Üzülme” dedi, “biz insanoğluyuz, doğumdan ölüme kadar bağımızdan geçmeyen kalmaz. Yalnız şunu bil ki kardeş, insanoğlu her gün anasından terütaze doğmuş gibi bir kez daha doğar, her gün doğan günle birlikte:

“Doğar mı?” diye kendini tutamayarak sordu Poyraz.

“Yeter ki her sabah günle birlikte dogmayı isteyelim,” dedi Emir.

“Bütün suçlardan, kötülüklerden, pisliklerden arınıp pirüpak oluruz. İnsan kendi kendini arındırdığında kendini bağışlar. İste o zaman insan yeniden doğar, pirüpak olur.”

Dört kitaptan oluşan serinin ilk kitabı olan bu kitap, Yaşar Kemal’in diğer kitaplarına nazaran daha kolay okunan bir kitap. Tekrarlardan kaçınmış olması nedeniyle daha rahat okunuyor

Aslına bakarsanız kadri bilinmedik bir roman. Benim bile bu kadar geç okumuş olmam bunu gösteriyor. Tam bir Yaşar Kemal hayranıyım oysa. Bu kitapların asıl talihsizliği İnce Memed’ten sonra yayınlanmış olması biraz da . Yada belki bu roman biraz konforunu bozuyor insanların. O yüzden pek nazar verilmiyor diye düşünmüyorda değilim.

İkinci kitabı dün gece bitirdim. Bunu yazmak şimdi aklıma geldi. Ertesi gün de zaman bulabilirsem, “Karıncanın su içtiği” ile ilgili birşeyler yazmaya çalışırım.

.

Alıntılar;

İnsan istese her sabah gün atımıyla birlikte yeniden doğabilir, kirlerinden, acılarından, yaralarından arınabilirmiş…

“İnsanı insan yapan da, sevgiyi sevgi yapan da acımadır. Öyle değil mi arkadaş?”

Dert söyletir, hal ağlatır…

İnsan kendi kendini arındırdığında kendini bağışlar. İşte o zaman insan yeniden doğar, pirüpak olur…

“Aaah, savaş, seni icad eden görmesin cennet. Aaaah, savaş. Şu yeryüzünde canlı koymadı kırdı geçirdi. Gökteki kuşu, yerdeki börtü böceği, sudaki balığı…”

“Benim bildiğim ki, insanoğlu sürgün, muhacir bir yaratıktır. Bir kuşlar böyle muhacirdirler. Bir bu gariban insanlar.”,

“İnsanoğludur, içinde azıcık insanlık kalmış insanlar da vardır, insanların, her insanın derininde kalmış, az da olsa bir insanlık damarı her zaman depreşebilir.”

İstanbul şehrinde olanlar anlatılamaz, dile gelmez. Kelimeler yetmez. Padişahlar oğullarını, oğullar padişah babalarını, padişahlar bütün kardeşlerini doğradılar. İstanbul şehri bir ölüm, bir kırım yeridir.

O vali olacakmış da yapmamışlar, doğru adam olduğu için. O kadar iyi bir adam ki, kimseye bir kötülük edemeyeceği için onu vali yapmamışlar.

Müzik: Jehan Barbur -Can