Yeraltından Pusulalar -10

Akşam üzeri eve döndü Hicran. Üzerinde ki yorgunluğu atmak için kendisini moru gittikçe solmuş ve kolçakları ise zamana direnemeyerek yer yer eprimiş, kolduğa bıraktı. O içini kemiren kurt geldi zihnine oturuverdi yeniden. Bu gizemli evin sırrını çözecek anahtarı bulmak için santim santim, köşe bucak araması gerektiğine dair kışkırtıcı hissi tüm sinir uçlarında hissetti. Az evvel yanından ayrıldığı babasına karşı uzun süre sonra duyduğu yakınlığı anımsadı ve küçük bir kızarıklık gelip yanağınına al al kondu. Kızardıkça daha bir güzelleşiyordu. Babası onu zaman zaman utandıracak şakalar yaptığında da böyle kızardığını hatırlardı. Bu küçük hatıralar zihninde kalan kırıntılardı. Her zaman olmasa da fasılalı olarak zihninden gelip geçtiği olurdu. Usulca kalktı yerinden. Sıvışır gibi mektupların olduğu odaya girdi.

-Bakalım bu defa şansıma ne çıkacak diyerek zarfların arasından bir tanesini çekip aldı. Dikkatli bir şekilde mühürü zarfın kağıdından ayırdı. “Bu zarf uzun süre önce mühürlenmiş olmalı” dedi kendi kendine. Çünkü mühür kağıttan kolaylıkla ayrılmıştı. Özene bezene katlanmış kağıdı açtı. Kağıt çok simetrik bir şekilde katlanmıştı. Açıldığında ise katlandığı yerlerin izleri yoktu. Bu ince işçilik mektupların muhtemel okuyucusuna olan saygısını bir kez daha arttırmıştı.

Su gibi Azizim;

” Kim bilir hayat bir daha ne zaman karşılaşmamız için bir şans verecek? Yada onunla beraber cesaret verecek mi? Kim bilir? Benimle ilgili planları nedir acaba? Hep böyle gariban mı yaşayacağım ? İsimsiz bir kahraman olarak yada . Sırları , gizleriyle bir bahtsızı mı oynayacağım hayat sahnesinde ? Figüranların kaderini oynamakta bir beis yok, ya hiç var olmayanlar?

Böyle düşünüp uykuya daldım. Ertesi gün uyandığımda ne olsun istediğimi bilmiyordum. Kırık bir plak gibiydim. Zamanı geçmiş, fakat içinde hala şarkılar olan. Toprağa karışmadıkça, çalmasa bile şarkısı olan . İçimde şarkılarımı tuttum bu güne kadar . Bundan sonra belki söylerim diye bir umut ışığı belirdi içimde.

Kağıdı kalemi elime aldım. Boş bir porteye sıralamaya başladım notaları. Bundan sonra yapacağım asıl şey buydu. Bir yerlerde yarım kalan bestelerimi tamamlamak. Kime kaldığı mühim değil, kimin için olduğu önemli. Bir gün son nefesimi verdiğimde artık söyleyecek sözüm kalmayacak. Söylemem gerekenleri, gönlünü bir çalgıya verip avazını aleme duyuracak olanlar söyleyecek. Sahi nedir bu kendime yada yaptıklarıma atfettiğim bunca önem? Kimim ki ben? Başa döndüm yine. Var olmaya çalışma telaşesiydi değil mi ? Unuttum bak. Başa dönüp yazdıklarımı okumamak gibi kötü bir alışkanlığım var biliyorum. Birbirinden kopuk cümleler, paragraflar birbirini kovaladıkça daha da büyüyorlar gözümde. Dönüp bakmadıkça da korkum artıyor. Her birisini yeni baştan ele alıp, asker mangaları gibi sıraya dizerek bölükler oluşturmak zor geliyor. Hatta gözümün alamadığı kalabalıklardan olabildiğine korkmamı da bu döngüyle izah edebilirim. Kalabalıklardan korktukça, küçük küçük gruplar daha bir ürkütücü boyuta geliyor.

Neredeydim sahi? Dur hatırlayacağım. Sensizliğin ilk sabahı bu. Gözümü açasım gelmiyor. Yokluğuna alışmak, gözlerimi cehenneme açmak gibi bir şey. Biliyorum, uyanacağım ve sen olmadığın için, çölde serap görmüş sonrada susuzluğunu bastıracak bir hayale dahi artık muhtaç hale gelmiş bir bedevi olacağım. Sonra bu her gün biraz daha ümidimi kıracak. Zaman uzaklaştıkça, benim susuzluğum yakınlaşacak. Derimden içeri ateş girdikçe, suyum içime doğru daha da nüfuz edecek . Kanım damarımda hareketini azalttıkça, daha çok seni yaşayacağım baş dönmelerimle. Allah’ı bulduğumu, ona daha çok yaklaştığımı düşüneceğim. Belki isyan edeceğim bir süre sonra bilmiyorum. Fakat hiç vazgeçmeyeceğim seni içimde aramaktan. Sevmekten vazgeçeceğim belki ama seni sevmeyi aramaktan vazgeçmeyeceğim.

Bir gün öldüreceğim kendimi belki. İsyan ettiğim güne denk getirmeyeceğim fakat. Merhametten, bağışlanmaktan emin olmadan olmayacak ölüm arzum. Belki de son bir kez hesaplayacağım olacak olması muhtemel finali. Ve sonra bir yardan aşağı atacağım kendimi. Yarimden ebediyen ayrı kalacağımı bile bile.”

Müzik: Mem Ararat – Keziyên Yarê