
İnsan sesi en iyi tedavi yöntemidir .Nereden mi biliyorum? Tabi ki kendimden ve çevremde gördüğüm birçok insandan. insan beyni ve ruhu kompleks olduğu kadar da basit bir yapıdır. Binlerce çeşit kimyasalın birbiri ile tepkimeye girdiği, milyarlarca hücrenin, hücrelere ait organellerin işbirliği yapması bir yana, öte yandan bir sesin, bir titreşimin tüm herşeyi sakinleştirmesi, dengeye getirmesi… Bir ses işte. Duyduğum onun sesini, tavrını, tonlamalarını, vurgularını, sık kullandığı kelimeleri, zihnimden geçirince sakinleşiyorum. Zaman zaman, “Keşke daha az konuşup daha çok onu dinleseydim” dediğim oluyor . Fakat sonra “O günlerde belki onun buna ihtiyacı vardı” diye düşünüyorum. Şimdi de benim ihtiyacım var. Öyle hissediyorum.
Bugün biraz daha bitkinim. Bir alıp pir aldığım kilolara kaç yıl geçmesine rağmen alışamadım. Ağzımın tadı yerine gelmedi ne yediysem. Dünya nimetlerinin kendilerine has tatları var elbette. Acı, tatlı, ekşi, tuzlu, mayhoş vs. Her baharatın kendine ait tadı . Fakat hiçbir şeyin zevki yok.
Ne hissediyorum biliyor musun? İçimde var olan, büyükdükçe köklenip daha sonra da dal budak salan bir meyve ağacı vardı eskiden. Şimdi o ağacın dallarının kısaldığını, o koca gövdenin odunsu yapıdan uzaklaşıp gittikçe yeşillendiğini ve peyderpey onun da küçülüp tüm o sistemin kodlarının içine yazıldığı tohuma evrildiğini, dahası o tohumun da çürümeye başladığını hissediyorum.Bir insana bunu nasıl uyarlarsın diyeceksen eğer. Birkaç kelime ile ifade edebilirim. Duyularını yitirmeye başlamak, meyveden olmak gibi, O dalların kısalması, gövdenin dayanıklılığını yitirmeye başlaması duygularını yitirmek gibi. Tonumun çürümesi ise hiçbirşeyi hatırlamamanın izdüşümü. Bu hislerimi başka bir örnekle anlatamazdım sanırım .Eskiden beri toprakla haşir neşir olmuş, hatta demir eksikliği olduğunu kimsenin söylememesi nedeniyle zaman zaman o mis kokulu topraktan yemiş biri olarak, en iyi örnekleme yöntemim ancak bu olabilirdi.
Düşünüyorum ya şimdi, düşünmenin bile ne kadar güzel olduğunu hissediyorum iliklerime kadar. Hayatım boyunca gamsız bir insan olmadığıma şükredeceğimi bilemezdim örneğin. İnsan, hayatının kimi dönemlerinde etrafında cereyan eden hadiselerden kaldırabileceğinin biraz fevkinde etkilenince kendi kendine “Keşke biraz gamsız olsaydım.”diyor ya hani, işte bu gamsızlığın ne acınası bir durum olduğunu hissediyorum. Bir müddet sonra tüm hafızası sıfırlanacak birisinin bu sözleri kimileri için çok abartılı olabilir ancak her durum kendi tepkisini ortaya çıkarıyor. Benim özel durumumun meydana getirdiği etki en azından bu şekilde.
Birgün alil bir duruma düşebileceğimi de hiç ummazdım. Bunun yerine ölmeyi yeğlerdim. Hala aynı noktadayım. Kendimi öldürme noktasında bir karar veremem elbette şuan da. Çünkü bunun ağır mesuliyeti var. Fakat cesedi hariç iradesi ve düşünceleri açısından var ile yok arası bir varlık olunca bunu birilerinin yapmasını isterdim. Bu acıya katlanmamam için bana yardımı olacak insanlara müteşekkir olurdum, eğer o günler geldiğinde ifade etmeye takatim olsaydı. Akıl hastalığı grubuna sokmuyorlar benim hastalığımı. Akıl hastalarının kendilerinin ötenazi hakları da yok. Çünkü hep bir umut vardır diye düşünülüyor, ben kendimi bildim bileli. Diğer yandan geçenlerde bir makale okudum bundan 20 yıl öncesinde K…lı bir doktor yazmış. İntihar ettikten sonra bunu başaramayan insanlar bir daha buna teşebbüs etmiyorlarmış. Ne ilginç değil mi? Can tatlı geliyor insana. Yada acaba Azrailin intihar edenlere gösterdiği korkunç bir yüzü mü varda, bu insanlar intiharı bir daha denemeye cesaret edemiyorlar? Belki de değil. Belki de sadece çok acı çektikleri için yeniden denemek istemiyorlardır. Hatta şu da olabilir. “Eğer ölemediysem, bana bir şans daha verildi demektir. ” şeklinde de düşünebiliyor olabilirler. Her ne olursa olsun. Bir akıl hastasııyla benim durumum aynı değil. Onları sınıfsal bir ayrımda insan olarak adlandırabilirken, beni bir bitki gibi düşünmenizden sizi alıkoyacak yegane şey ortadan kalkmış oluyor. O da bilinç. Bilinç olmadıktan sonra, insan her mevsim ölüp yeniden dirilse ne ifade ederki ? Bilincimin yok olduğunu bilmek, toprağın altında cesedimi yiyen kurtlardan daha korkutucu değil inan. Yani bana ıstırap veren şey aslında ölmek değil. Azar azar bilincimin ölmesi ve bunun farkında olmam. Nihai olarak bilincimi yitirdiğimde ne olacağı ise meçhul. O noktaya ulaştıktan sonra geriye dönebilerek olanları açıklayabilecek herhangi bir insanoğlu yok şuanda. Fakat insanlık hiç umudunu kesmemiş bundan ve hala bilinçsiz bir bitki gibi bir köşede öylece duran bir insanı yaşatmaya çabalıyorlar. Bense bu umudu taşıyan insanların , işin acı yanını neden hesaba katmadıkları ile ilgileniyorum daha çok.
Çok boş konuşuyorum değil mi ? Neyse ki beynimin içinde hala sessizce çalışan bir yerler var ve içimden kendime anlatır gibi konuşabiliyorum. Hatta zaman zaman tartışır gibi de konuşabiliyorum. Eskiden, etrafımdakilerden biraz farklı biriydim kabul ediyorum.Ancak şimdi iyice tuhaf biri oldum. Beynimi olmadık şeyleri düşünmek için kullanmam da garip. Yine de olsun diyorum. Her zaman düşündüğüm şeylerin ötesinde, şimdiye kadar hiç düşünmeyi denemediğim yeni fikirlere dokunmaya çalışmak heyecan verici olabilir bir ihtimal.
Ah! İhtimaller. Bu ihtimalin beni bulmuş olması ayrı bir şok zaten. Kader mi diyeceğiz yani? Kaderi hissetmeyi deneyeli uzun yıllar oldu. Başardım mı? Bilmiyorum. Evet galiba ansızın düşüp ölmekten daha iyi bir tercih bu. Bilincin azar azar ölmesi. “Kaderin bana zaman verdiğine şükretmeliyim sanırım. Böylesi seni bu süreçte daha iyi biri yapacak bence.”diye sesleniyor iç sesim.
Aslında bugün kendimi düşünmek istemiyorum. Senin en güzel zamanlarını düşlemekten yana kullanmak istiyorum bilincimin azar azar kapandığı bu kısacak zaman dilimimi. Sonra zaten bir daha düşünemeyeceğimi bilmenin keyifsizliğine defaatle içimdeki sevginin ağırlığını bindirerek. İçimdeki o tohum çürümeden olabildiğine seni düşlemek … Seni daha sık düşünmeye başladığımı söylemiş miydim ? Sanırım söylememiştim. Bu günlerde o kadar çok özlüyor o kadar çok düşünyüorum ki, aklımı kaçıracak gibi oluyorum. Zaten kaçırıyorum da, bu başka birşey. Bu özleyiş ilk ayrıldığımız zamanlarınkine yakın. Belki de o zamanı yaşıyor zihnim. Arafta kalmışken aklım, duygularım bir oraya bir buraya uğruyor gibi. Seni hala çok seviyorum. Öyle ekmeği tuza banmak gibi falanda değil. Geceleyin ateşler içinde uyandıktan sonra ağzımı musluğa dayaıp su içer gibi hiç değil. Sabahtan akşama kadar güneşin altında tarla çapalayıp, sonra da birinin ta uzaklardan getirdiği testinin içinden su içerken ki gibi. Akşamın ayazında üzerime çektiğim sıcacık ve yumuşacık yün hırka gibi. Öyle seviyorum seni. Bir akşam vakti yorgun argın döndüğüm işimden sonra girdiğim ekmek fırınındaki o taze pide kokusunu içime çekerkenki gibi. Bir sürü örnek verilebilir içimdeki sevginin coşkunluğunun benzediği nesneler yada duyulara dair. Verdiğim yahut vereceğim hiçbir örnek ,hissetmenin yerini tutamaz. Son kez hissetmelerin yerini de hiçbir şey tutamaz galiba. Bugün biraz uzun tutmamın sebebi bu belki de. Neyse. Şimdilik hoşçakal Nur’um. Şunun farkına vardım; Ben seni sevmeye layık olamadığım için bugün ilelebet kaybediyorum. Başka bir hayatta yeniden hatırlayıncaya kadar “Hoşçakal”.
Müzik: Tom Odell – Another Love